Bundan önceki yazılarım hep aklıma o an içinde gelen genel geçer şeylerden oluşuyordu. Bunun da farklı olacağını söylemem kesinlikle mümkün değil çünkü düşündükçe bir şeyler yazmak fikri bana yıllardır ilginç geliyor. Zihni boşaltmak için çok fazla düşünmenin anlamı yok gibi hissediyorum. O an yapılıp geride bırakılması gereken bir eylemi çokça kez düşünüp planladıkça içerisinden çıkamayacağımız bir döngüye giriyoruz. Eh, bu yüzden de yazmaktansa düşüncelere dalıp hiçbir yere varamadan hayatımıza devam ediyoruz. Bundan dolayı fikirlerimi aktarırken her zaman plansız hareket etmek beni rahatlatmıştır.
Şu an bahsedilecek olan konu da dediğim gibi tamamen ne olduğundan bir haber şekilde yazacağım hisleri, yaşanmışlıkları ve belki de hiçbir şekilde yaşanmayan ve yaşanmayacak olan bazı hikayelerden oluşacak. Belki zihnimde dönüp dolaşan bir fikrin manasız derecede abartılmış bir senaryosu olacak belki de çevremden gördüklerimi aktaracağım basit şeylerden oluşacak. Sonuçta ortada bir şey olacak ancak ne olacağı ile ilgili çok da anlam yüklememekte fayda var.
Şöyle başlayalım. Bir gün dışarıdasınız, güneş gözlerinizi açmanıza engel oluyor. Hava geçip giden soğuk günlerin ardından mis gibi bir sıcaklığın hakimiyetine kendini bırakıyor. Ellerinizi soğuktan kaçınmak için ceplerinize sokmanıza gerek yok ama yine de cool duralım diye sokuyoruz tabii, ne gerek varsa. Ardından plansız bir yürüyüş rotası oluşuyor. Nereye gidileceği belirsiz ancak en güzeli de böylesidir zaten. Bildiğiniz ve yıllardır yaşadığınız bir şehirde bile daha önce hiç görmediğiniz şeyler görme ihtimaliniz çok yüksektir. Ben buna "Yaşanılan Şehir Tembelliği" demek istiyorum. Herkesin bildiği gibi bizler yaşadığımız şehirleri "ne de olsa bir gün gideriz" diye dolaşmaktan alıkoyuyoruz. Bir gün gideriz dediğimiz yerlere belki de ömrümüz boyunca hiç uğramıyoruz. Başka yerde yaşayanlar tarafından "böylesine müthiş bir yeri yıllardır nasıl görmeye gitmezsin?" diye hayıflanıyoruz ama nafile. "Evet, gideceğim mutlaka." derken de öylece havaya atıyoruz ama tutmuyoruz kesinlikle.
Bireye farklı bakış açısı katan olaylar yaşamadan da bu durumu kolay kolay aşamıyoruz. Birilerinin bizi dürtmesinin pek faydası olmuyor. Deneyimleyip bir şekilde farkına varmamız gerekiyor. Bununla ilgili benim ufkumu açan en güzel olay tam anlamıyla fotoğrafçılığa girişmek oldu. Yıllardır yaşadığım şehirlerdeki detayları görmenin yanı sıra gittiğim ve ilk kez göreceğim yerlerdeki detayları da daha net ve işin güzel tarafından görebilmeye başladım. O yüzden bakış açım için bu olayı dönüm noktam olarak atfediyorum. Kendime de öyle bir ödül veriyorum. Sonuçta blog benim blogum kafama göre yani.
Üstteki konuyu nereye bağlarım çok bilemedim ama bakış açısından yola çıkacak olursak belki birkaç basit tavsiye bırakırım buraya. Okuyan için değil de kendim aylar sonra dönüp bakarım diye belki. İnsan aylar yıllar öncesini geçtim birkaç gün önceki düşünce yapısının nasıl da değişebildiğini görünce hayretlere değişiyor. En ufak bir ruh hali değişimi, anlık sinir veya üzüntü hislerimizi bambaşka yerlere sürükleme konusunda oldukça başarılı deneyimlediğim kadarıyla.
Neyse, bakış açısının nasıl değişebileceği ile ilgili çok basit birkaç tavsiyeye geçelim. Bana faydası dokundu. Başkasına dokunur dokunmaz orası artık başkasının bileceği iş.
1- Her şeyi bir film sahnesi gibi görmek: Buradaki kasıt yaşadığımız hayatı aslında o an yaşamıyormuş gibi davranmaktan yola çıkarak oluşuyor. Sokakta yürüyoruz ama aslında biz yürümüyoruz. Bir kamera o an orada yaşananları çekiyor, biz orada mevcut değiliz. Ekranın/sinema perdesinin başında orada yaşananlara bakan bir seyirciyiz sadece. Bu sayede kendimizi unutup çevremizdeki detaylara, gerçekleşen olaylara daha farklı bir gözle bakabiliyoruz.
2- Heykel gibi davranmak: Bu tabiri son dönemde kendi kendime keşfettim. Mutlaka vardır sağda solda bunla ilgili bir şeyler ama kaynak bulana kadar ben keşfettim demeye devam edeceğim. Heykel gibi davranmada aslında film sahnesi ile bağdaşıyor bir bağlamda ama burada kendimizi orada yokmuş gibi görme kısmını birazcık değiştiriyoruz. Çok kalabalık bir sokağın ortasında bulunan bank olur, ya da oturma ihtiyacı da yok çevreyi tek bir yerden genişçe görebileceğimiz bir yer de uygun olur. Ama en önemli detay kıçımızı başımızı sağa sola çevirmeden durabilmek. Tıpkı bir heykel gibi tek yöne bakacak şekilde. Buradaki "oyun" heykel olarak çevreyi gözlemlemek. İlk tavsiyedeki gibi çevremizi kapsamlı bir şekilde taramamız mümkün değil. Sadece gözümüzün önünde olanları görebiliyoruz. Kısıtlı bir bakış açısı ancak bu sayede kısıtlardan doğması mümkün olan farklı güzellikler görmemiz işten bile değil.
Üç, dört, beş diye devam etmek isterdim ama bu kadarı yeterli. Tavsiyelerin tutarlılığı ve geçerliliği hiç ama hiç umurumda değil. Birkaç vakit sonra gelip kendi kendime laf çarparım bunlarla ilgili mutlaka. O zamana kadar bb.
Comments